PALAMARLAR
PALAMARLAR
Yörüngesinden
çıkmış bir evrende,
uçurum
yaşamından başka yaşam kalmaz.
Albert Camus
EŞHAS
Taner Garson, 35 yaşında
Savaş Doktor, 48 yaşında
Umut Öğrenci, 20 yaşında
Ece Öğrenci, 20 yaşında
Sado Evsiz, 65 yaşında
Kadir İnsan kaçakçısı, 45 yaşında
Kadir’in
adamları 5 kişi
1.Sahne
2020 Haziran, akşam, falezler... Envai çeşit kuş ötüşüyle aşağıda
falezlere vuran dalgaların uğultusunu duyarız. Seyirci, denizin olduğu taraftan
görür sahneyi. Savaş, oturduğu yerden denizi seyreder. Telefonu çalar, açmaz.
Arkasından gelen Taner’i fark etmez. Taner, Savaş’ın gerisindeki banka oturur.
Telefonundan bir şarkı açar. Savaş onu fark eder, başıyla selam verir.
Taner: Selamlar abi. (Savaş’ın yanına gelir) Buraya oturabilir miyim abi?
Savaş: Tabii, buyur.
Taner: Eyvallah. (Siyah poşeti gösterir) İçer misin abi?
Savaş: İçiyorum sağol.
Taner: Haa
görmemiştim. (Bira kutusunu açar, Savaş’a
kaldırır) yarasın abi, sağlığına.
Savaş: Sağlığa
evet. (Telefonu çalar, açmaz. Taner,
merakla yandan yandan Savaş’a bakar)
Taner: Abi, ilk kez görüyorum seni burada. Canın mı sıkkın?
Savaş: Eee… Yani...
Taner: Anladım.
Gönül işleri mi? (Savaş, eliyle boş ver
işareti yapar.)
Taner: Tesellisi yok, zor iş. Dur sana damardan şarkı açayım, ister misin?
Savaş: Fark etmez.
Taner: Sabahları dükkânı ben açıyorum, temizlik için. O arada canım ne isterse
çalıyorum. Artık akşamdan kalma ne varsa içimde. Bu sabah Ferdi’den bir şeyler
çaldım. Var ya, yakıyor! (Eliyle göğsüne
vurur, acıdan mest olmuş, telefonunu kurcalar.)
Savaş: Ferdi Özbeğen mi?
Taner: Yok,
onun da güzel şarkıları ama light kalıyor
biliyor musun? Dinle dinle. (Ferdi
Tayfur’dan Yanar çalar, Taner duygusal, Savaş umursamaz, şarkıyı dinleriz.) Bak
bak bir noktada Ferdi artık şarkıyı bırakıyor, sayıklamaya geçiyor... yakıyor
yeminle! Çek çek çek! (bira kutularını
tokuşturur.) Ben dümdüz dinler akışına
bırakırım da geçen senin gibi bir abiyle sabahladık burada. Doktormuş, (Savaş doktor kelimesini duyunca Taner’in
söylediklerine dikkat kesilir) derdi büyük tabii, ona da çaldım Ferdi’yi,
adam başladı ağlamaya. Allaaah, durduramadım. Güçlü abi dedim, dur yahu,
yanacağız diye kül olmamıza gerek yok! I-ıh dinlemiyor arkadaş! Sular seller
akıttı buradan denize. Dedim oğlum Taner boku yedin, Haq korusun kendini atar
matar aşağı al başına belayı! Adam doktor bir de. Polisiydi adli kaydıydı,
sıçtık yani. O arada ne olsa beğenirsin. Seninki salya sümük döndü bana demesin
mi “Tanerciğim al şu anahtarı benim
arabadan mendil getir.” Dedim abim
ayıpsın, mendil sana feda olsun. Aldım anahtarı gittim araba gıcır bir X6!
Kapıyı açamıyorum. Açarken kilitliyorum kitlerken açıyorum. Neyse güç bela
getirdim mendil kutusunu, mübarek mendil kutusu bile mis gibi parfüm kokuyor.
Güçlü abi toparladı kendini, dönmüş diyor ki “Tanerciğim ne kadar değişik bir müzik, insanı adeta alevlerin içinden
engin denizlerin orta yerine bırakıyor, eh ne de olsa biz de bu toprağın
çocuğuyuz etkileniyoruz.” Dedim abi yav he he, aynen aynen. Uzattıkça
uzattı. “Hele o son noktada şarkıyı
bırakıp sayıklamaya geçiyor ya, bittim bittim” diye bir anlatışı var. Abim dedim haklısın hiç böyle dinlememiştim. Bir kere daha açayım mı? Yok dedi, her şeyin dozu önemli. Dili de dolaşmaya başladı, viskiyi
diplemiştik. Abi alkollüsün gel gitme, kal burada, dedim. Sabaha ne kaldı şunun
şurasında. O şuradaki bankta ben X6’da uyuduk
kaldık.
Savaş: Derdi neymiş?
Taner: Kimin?
Savaş: Güçlü abinin…
Taner: İşleri durmuş.
Savaş: Niye? Hekim değil miydi?
Taner: Estetikçiymiş, dolar da yükselince. E şimdi korona var kimse gitmiyormuş
kliniğe. (Savaş acı acı gülümser)
Taner: Niye
güldün abi?
Taner: Niye ki?
Savaş: Psikolojideki ters etki. Ölüm korkusuyla çıldırmış gibi güzelleşmeye
koşar insanlar.
Taner: Sabah uyanınca Güçlü abi de öyle dedi. Baktı ben çok üzüldüm onun haline.
Dedi ki “Tanerciğim sen bana bakma, benim
işlerim yakında katlanarak artar, düzelir. Dünya derdi bitmiyor işte. Çok iyi
geldi konuşmak, teşekkür ederim. Senin meyhaneye uğrarım arada.”
Savaş: Bunalmış demek. Sen ne iş yapıyorsun?
Taner: Garsonum abi, Has Meyhane var dokuz on yıldır oradayım amca oğlum aracı
oldu. Otelde komilikten başladım o zaman küçüğüm tabii, turizm cennetidir iş
vardır diye geldik memleketten. Geliş o geliş, evdekilere para yolluyorum,
küçükler var okutuyoruz işte onları.
Savaş: İyi bari. Okusunlar.
Taner: Senin meslek ne abi?
Savaş: Doktorum. Benim bira bitmiş. (Taner yanındaki siyah poşete davranır.)
Taner: Al abi var burada.
Savaş: Sen ver onları arabaya götüreyim, soğutucu var ısınmasınlar şimdi.
Taner: Abi X6 mı seninki de? (Güler, Savaş
duymaz, sahneden çıkar, Taner kendi kendine) Ne oldu ki bunlara? Falezler’e
dökülüyorlar birer birer… (Seyirciye
arkası dönük ıslık çalarak çalılıkların dibine işer. Savaş gelir)
Savaş: Al bakalım, biranın soğuğu makbuldür.
Taner: Öyle abi, biz müşterilere buzluktan kadeh çıkarıp veririz. Hele beyaz
şarap, kendi de kadehi de buz gibi olmalı. Yoksa tırt. Ama bunu bilmeyen
müşteri de var, önüne ne getirsen kuzu gibi sessizce yer-içer. Olay sadece para
meselesi değil yani. Her şeyin bir adabı var. Bilmeyen de bilmiyor. Adın neydi abi?
Savaş: Savaş.
Taner: Memnun oldum Savaş abi, Taner ben de. Çak çak! Normalde bu akşam
gelmeyecektim, canım sıkıldı attım kendimi buraya. Boşa değilmiş bak, senin
gibi güzel bir abiyi tanıyacakmışım.
Savaş: Sağol.
Taner: Bizim işyerine patron korona korkusundan oğlunu gönderiyor iki haftadır,
65 yaşında. Can çok tatlı ne de olsa. Şekeri, kalbi, genç de bir karısı var. (Gülümser) sezon açılacak ya
hazırlanıyoruz. Patronun oğlu lâvuğun teki. Patrondan daha patron. Hani vardır
ya öyle tipler, muhasebeciler öyle olur bir de emlakçılar. Oğlum sana ne oluyor
lan, patron benim patronum, kiralayacağım evin sahibi benim ev sahibim size ne
oluyor parazit yapıyorsunuz!? Diyemiyor insan işte ama öyle. Patron has
adamdır, sizden iyi olmasın. Has Ali diye bilinir zaten. Meyhanenin arka
odasını bana verdi, kaç yıldır orada yaşıyorum. Darlandın mı, para mı lâzım
hemen çıkarır verir. Kiraya yetecek para da veriyor haa, has adam yani. Yine de
dükkânda kalıyorum ben. Kirayı da evdekilere yolluyorum. Patron üçe beşe
bakmaz, personelini kollar biliyor musun? Oğlu olacak görgüsüz hiç bizim patrona
çekmemiş, geldi bu, ilk günden yok her tabağın her kadehin müşteriye vermeden
önce fotoğrafını çekecekmişiz, niye? İnstegramda
paylaşacakmış. Ya dedim yürü git işine. Yürü git lan! Yani içimden… Müşteri
orada bekliyor yemek soğuyor.
Savaş: Ben de tiksinirim kralcılardan.
Taner: Ha yaşa! İşte bizim o patronun oğlu olacak nokta nokta da takmış kafayı bana. Benim bir köpeğim var, dükkândan arta kalanları veririm. Geceleri birlikte dükkânı bekleriz. Çok vefalıdır benim yoldaş. Bugün atlatıp geldim yoksa peşimden ayrılmaz. Sokağa düşmüş garip. Adı da Garip zaten. İkinci adını herkesin yanında söylemem ama o bilir. Baş başa kalınca Heval derim ona. Gel oğlum bir türkü çalalım seninle. Kuyruğunu sallar, gelir yanıma, sevdirir başını, çalarız bir türkü. Çok içlenmişsem iki, üç, dört türkü… Dinler benimle birlikte. Yere kilim serdim üşümesin akşamları diye, kıvrılır onun üstüne. Yarenlik eder bana. Çok vefalıdır abi. İnsandan görmediğimi Heval’de gördüm ben. Sıkıysa gece uyurken biri yanaşsın meyhaneye. Ortalığı inletir. Yaman bir bekçidir haa… Şimdi ben buranın kıdemlisiyim, herkes tanır beni. (Sır verir gibi) Yani, her türden insan tanır beni biliyor musun? Heval de tanır. Kim bizim dostumuz kim yabancı, uğursuz ayırmasını bilir. E bizim burası yazın o kadar değil de kışın hafta içi tenha, bizden olmayan biri gelirse vay haline. Senin var mı köpeğin Savaş abi?
Savaş: Yok… Çocuklar istiyor şimdi köpek alalım diye de… Bilmem ki. Zaman
olmadı.
Taner: Senin hiç dostun olmamış desene abi.
Savaş: (Gülmeye çalışır, birasını içer.) Galiba haklısın.
Taner: Yav bu bizim patronun oğlu var ya işte, Garip’i de istemiyor müşteriler
korkuyormuş da bilmem ne. Her gün bir teraneyle çıkıyor karşıma. Sabah koşuya
çıktığında duymuşmuş ben meyhanenin yerlerini silerken arabesk dinliyormuşum.
Kapa oğlum o zaman kulaklarını! Bangır bangır o neymiş öyle sanki adam
boğazlıyorlarmış.
Savaş: Tabii ona hitap etmiyor olabilir…
Taner: Pardon da abi, mesaide değiliz müşteri yok sen neyin tatavasındasın demezler mi adama? Zaten yüz saat çalıştırıyorsun gık demiyoruz, orada o saatte kral benim. Pintinin de biri. Bizim patron dip kıyı köşe temizliği için verirdi bana para, oğlum Taner temizlik derdi. O kadar. Alırdım bizim buradan mülteci ablaları Pazartesi sabahtan girişirdik temizliğe, çiçek gibi yapardık dükkânı, bol bol da verirdik yevmiyelerini. Garibanların hakkı ödenmez de yine de güzel para geçerdi ellerine. Patron kalender adam tabii. Oğlu olacak deyyus nerdeee… (Giderek öfke dozu yükselir.) Bu pinti cam sildirdi bana bugün. Geçti karşıma oturup keyif viskisi içti arkadaşlarıyla. Sezona hazırlanıyormuşuz dükkân temiz olmalıymış. Yanındaki kızlardan birinin köpeği vardı, köpek ne yapsın yürütmüyorlar hayvanı süs köpeği gibi gezdiriyor yanında güzelim av köpeğini. Hayvan işedi her yere. Bunlar yaşadıkları yerin haritasını çıkarıyor biliyor musun? Senin benim gibi değiller. Adres bilmez iz bilmez. Bir tek kokuyla kendi kokularıyla hatırlıyorlar o yeri. E hayvan da izini bırakıyor, ne olur ne olmaz bir kere daha gelirsem izimi kaybetmeyeyim diye. Akıllı varlıklar bunlar. İnsana değil içgüdülerine güveniyorlar. Sana bana ne diye güvensin, akıllı! Bununki içgüdü de bizimkininki değil mi? Benim Garip kıllandı tabii. İkisi de erkek. Abi, biliyorsun erkek rekabeti kıran kırana olur. Kadın kişiler anlamazlar ama biz bizi biliriz. (Güler.) Neyse… Garip’e dedim oğlum git, köşene çekil. Önce dinledi beni, devirdi kulaklarını, anladım baba, dedi. Sağa baktı sola baktı, durdu, köşesine çekildi eyvallah edip, bana inandı yani, anladııın? Baktı ben öyle cam silerken kendi dilimde sayıp sövüyorum bir yandan. (keyifle gülümser) kaşımın hareketinden anlar beni canına yandığım. Haksızlığa da hiç gelemez ha, ağrına gitti benim orada cam silmem, haksız bir durum var yani, sıçarım senin erkekliğine deyip kaşla göz arasında gitti yapıştı o av köpeğine şükür ki zarar vermedi hayvana. Hayvan iiiykledi. Çökmüş üstüne oturmuş bana bakıyor ne yapayım diye. Benimki sokağa düşmüş ama soyunda kangallık var belli. Arka ayağında çift pençesi var. Kangal çok kalender hayvandır abi, bilir misin?
Savaş: (Taner’in daldan dala sohbetine biraz
da kendi mühim dertlerinden kurtarıcı olduğu için teslim olmuş) Ne güzel anlatıyorsun senin köpeği
valla hayran oldum. (Oturur pozisyondan
sırtüstüne geçer)
Taner: (Gururla) Köpeğim değil abi, yoldaşım o benim. (Üstünlük kurduğu bir konu bulmanın
neşesiyle devam eder, yüzü hep güler, mağrur.) Hevala hejam zarar vermez
kimseye. Bak Savaş abi, biz insanların sorunu ne bilir misin? ... Bilmezsin…
Ben de bilmezdim. Gurbetliğe düşmeden, yoksunluk başa gelmeden hangimiz
bilirdik fakirliği, yurtsuzluğu, yaşlanmayı… İnsan, Savaş abi, güzel abim
benim, şu gökkubbede biz bu kocaman yıldızların altında birbirimizi yiyip
bitirdik. Yahu tamam, avcıyız, toplayıcıyız onu anladık eski hikâye. De…
Rekabeti ölüm kalım meselesine çevirdik. Yalan
mı?
Savaş: Öyle tabii… İnsan eli değince rekabet, savaş oluyor.
Taner: Benim güzelim yoldaşım, Hevale hejam Garip’im… Bizim dilde sevgili yoldaş
demektir, hevale heja, Savaş abim. (Savaş
sırtüstü yıldızları izlerken kadim bir masalı dinliyormuşçasına Savaş’ın
sohbetine teslim olur.) Benim sevdiğim insanları tanımasa bile sever
biliyor musun?
Savaş: Nasıl yani?
Taner: (Tatlı tatlı anlatır.) Yıllar önce bir kadın arkadaşım
vardı. Meyhaneye gelir giderdi. İsmi gibi kocaman ela gözleri vardı. Bizim
meyhanenin müdavimlerinin hepsi beni tanır, hepsiyle aram çok iyidir ama Ela
bir başkaydı. Sırf benimle sohbet etmeye geldiği olurdu. Zamanla çok sıkı dost
olduk. Tam ben buna açılacağım, takmış koluna elemanın birini bak dedi Taner, nişanlım. Çaktırmamaya çalıştım ama Taner’de moral sıfır. (Efkârlanır.) Sonra evlendi, davet etti
diye mecburen gittim düğününe ama vay babam… Ela Taner’i ne yapsın! Nasıl bir
düğün, yemeler içmeler, davetliler her şey bambaşka bir âlem. Anladım ama,
demek ki dedim sınıfsal farklar sandığımdan da çok önemli. Arkadaş olursun, bir
süre için dost da olursun ama o kadar. Sevgiliymiş, evlilikmiş unut. Herkes
haddini bilecek! Evlendikten sonra birkaç kere daha geldiler meyhaneye ama
sonra o da kesildi. Geçen seneye kadar da görmedim. Geçen sene bir akşam,
meyhane müşteri dolu, çalışıyoruz. Benim Garip, yandaki restoranda kadının
birinin ayakları altına oturmuş, kendini sevdiriyor. Önce umursamadım sonra bir
baktım ki ne göreyim, Ela’ymış o kadın. Kocası, arkadaşlarıyla keyifle
oturuyordu orada. İşin ilginci Garip, Ela ile tanışmıyordu. Onca insanın içinde
gitmiş benim Ela’yı bulmuş inanabiliyor musun? Ürperdim, çok tuhaftı böylesi
bir tesadüf. Ama sonra üstüne düşününce buldum. Garip’im benim kokumu ona
onunkisini bana getiriyordu, ulak gibi anladın? Sen şu duyarlılığa bak!
Savaş: Çok ilginçmiş.
Taner: Öyle özeldir benim yoldaşım. İşte o patronun oğlu da gelmiş benim
hevalime laf ediyor. Bir şey de diyemedim adama. İçimde sıkıntı oldu. Baktım
ortalık sakin, çıktım buraya geldim.
Savaş: Sık geliyorsun buraya herhalde? Ne kadar yüksekliği biliyor musun?
Taner: Kırk elli metre var. Ne yapayım gelmeyip? Aşağıda, sahildeyiz 7/24. Ben denizi buraya gelince gördüm. Ama öyle dibinde olmayı değil de uzağında durup izlemeyi seviyorum. Yazı ayrı kışı ayrı güzel oluyor. Dalgalar bir vurur bu falezlere var ya… Kışını bilirsin tabii, aldanmamak lâzım. Dağ rüzgârını sırttan yedin mi zatürre olursun Haq korusun. Anamın ördüğü kazakların ikisini geçiririm üstüme koca kış hiç çıkarmam yoksa hâlim duman. Abi, sen bir de sabaha doğru kuş seslerini duysan var ya bağımlısı olursun buranın. Bizim bir arkadaş neredeyse her sabah geliyor o gökdoğanların sesini dinlemeye. Sevdalanmış çocuk o sese. Kayıt alıyor yetmiyor bir de gidip evinde dinliyor. Öyle tanıştık zaten buraya geldiği bir sabah baktım elde dürbünle kayalıklara bakıyor. Arkadaş kimsin dedim, in misin cin misin? Narin de bir şey, Şair diyoruz biz ona.
(Sırt çantalı, siyah bandanaları maske yapmış siyahlar giymiş
iki genç: Ece ve Umut, ellerinde sprey boyalarla duvara yazı yazmak için
bakınırlar. Savaş ve Taner’i gözlerler bir yandan da.)
Taner: Ateş de yakarız arkadaşlarla, kışın votka içiyoruz genelde. Mangal
yapmışsak rakı. Kıbrıs’tan getiriyor bizim arkadaş. Yoksa bizim bütün maaş
rakıya gider çok pahalandı her şey Savaş abi. Hoop, gençler! N’apıyosunuz?
Umut: Selamlar abi. (Boya kutusunu yere
bırakıp yanlarına gelir.) Abi, biz öylesine hava almaya geldik arkadaşla.
Taner: Lan oğlum bir merhaba edin, biz geldik ağalar deyin. Edep adap öğretmedi
mi aileniz size?
Umut: Sizi fark etmedik abi, rahatsız etmeyelim.
Taner: (Biraz da Savaş’a buraların ağası
benim havası atıyordur.) Selamını ver, gene rahatsız etme paşam. Adın ne senin?
Umut: Umut, abi.
Taner: Ne de güzel ismin varmış Umut. Umut etmek iyidir. Fazlası kötüdür. Her
şeyin dozu önemli. Değil mi Savaş abi?
Savaş: Çocukların yerini aldık herhalde ben de kalkayım artık.
Taner: Savaş abim daha biramızı bitirmedik, bak şimdi. Yeni tanıştık heveslendik
bir güzel abimizsin dedik, nereye böyle? Otur. Gençler siz de çökün bakalım.
Alın birer bira için.
Umut: Yok abi,
işimiz var bizim. (Ece geriden gelip
oturur.)
Ece: İyi
akşamlar Ece ben. Siz buraya hep geliyorsunuz sanırım? Savaş: Yok, ben yeniyim.
Taner: Buyur Ece hanım kardeşim, ben buranın kıdemlisi sayılırım adım Taner. Bu da Savaş abimiz. Nedir mevzu? (Ece Umut’a işaret eder, Umut da oturur.)
Ece: Taner abi, burada yaşayan evsizler varmış onları arıyoruz aslında,
biliyor musun neredeler?
Taner: Tam karşında duruyor.
Umut: Yok artık!
Taner: Tabii, meyhanenin arka odası ev sayılmadığına göre ben evsizim. Röportaj
mı yapacaksınız hayırdır?
Ece: Yok, tam öyle değil.
Umut: Taner abi, falezlerin burada mağara varmış, iki yüze yakın evsiz
yaşıyormuş.
Taner: Eee, ne yapacaksınız? Allah vurmuş garibanlara bir de siz vurmayın.
Ece: Yanlış anladınız abi, gidip onların yaşam koşullarını belgeleyeceğiz. (Umut’la birbirlerine bakarlar) Yurtdışından
destek için.
Taner: O zaman başka… O kadar kalabalık değiller ama şimdi. Dağılıp gitti çoğu kim
bilir nereye… Sado’yu bulmanız lazım. Biraz daha oturun gelir az sonra. Ne
desteğiymiş bu?
Umut: Bizim de dahil olduğumuz uluslararası bir insani yardım kuruluşu var,
gönüllü görevliyiz diyelim. O mağarayı bulup oradakilerin yaşam koşullarını
düzeltmek için ne yapabiliriz ona bakacağız.
Taner: Kimmiş bu kurum, sizi kandırmasınlar sakın?
Ece: Mevcut koşullardan daha büyük bir risk değil ki…
Taner: Oğlum organ mafyası var uyuşturucusu var dikkatli olun bak bir de sizi
dert etmeyeyim. (Herkesten sorumlu bir
mafya babası pozunda uzaklara dalar. Diğerleri onun bu haline güler.)
Savaş: Ne güzel… Umarım hayal kırıklığı yaşamazsınız…
Umut: Asıl harekete geçmezsek kötü oluruz abi. İnsanların bize ihtiyacı var.
Onların yaşadıkları yanında bizim yaptıklarımız ne ki…
Savaş: Haklısın haklısın da, bu ülkede iyi şeyler yapmaya çalışanın sonu hiç iyi
olmuyor. En başta kendi içindeki dost bildiği batırıyor iğneyi.
Ece: Neden öyle dediniz ki?
Savaş: Bugün hastaneye son kez gittim. Artık istifa mı olur bir daha gitmemem
için kendimi yok etmek mi olur bilemem... Yirmi yıllık çalışma, gece demeden
gündüz demeden tatil matil hak getire, insanlar için, iyi olsunlar diye…
Umut: Doktor musunuz?
Savaş: Doktordum. Artık pilim bitti, game is over benim için.
Ece: Hiç olur mu öyle şey? Hele ki bugünlerde pes etmeniz çok kötü.
Savaş: Pes etmedim! Tükendim, size de böyle içimi döktüm ama… Kelimenin tam
anlamıyla tükendim. Yolun sonundayım artık. Ne için bunca emek, çaba? Siz
gençsiniz tabii, şimdi idealleriniz var, onların peşinde deliler gibi kendinizi
heba etmek var. Hayattan silleyi yemediniz daha. İnsanlardan, sistemden mideniz
bulanmadı henüz.
Ece: Yo, hiç de öyle değil. Tam olarak öyle değil yani. Umut da ben de diğer
arkadaşlarımız da sistemin insanlara neler yaptıracağını biliyoruz. Bunun için
sistemin ne kadar açmazı defosu varsa ona göre konumlanıyoruz. İşte evsizlere
yardım ediyoruz, mültecilere yardımımız dokunsun diye Arapça öğrenmeye
başladık. Ama siz, gemiyi terk ederek kendi faydanızı yok sayıyorsunuz, topluma
sırtınızı çeviriyorsunuz.
Savaş: Adınız neydi?
Ece: Ece ben.
Savaş: Bak Ece, sizin taze enerjiniz eminim çok faydalıdır toplumun geneline.
Beni anlayabilmeniz şu an için çok zor. Bilmediğiniz çok şey var. Deneyim
insanı biraz da kurnazlaştırıyor. Yaşım gereği ben de sanırım o noktadayım.
Anlatamadım değil mi? Neyse madem döküldüm bir kere, tam anlatayım. Daha somut
anlatayım. Karım da doktor. Buradaki tıp fakültesinde okurken tanıştık,
evlendik. Mecburi hizmetimizi Diyarbakır’da yaptık. (Taner heyecanla zıplar, Savaş’a yönelir)
Taner: Vay benim Savaş kekem Amedliymiş meğer!
Savaş: Dur yahu, salgın var uzak dur.
Taner: (Çepik oynamaya başlar) Ben de diyorum var abimde bir
qırıklıh. Savaş abime qanım qaynadı, vey babo hemşerimmişsin ya abe!
Savaş: Tanerciğim eyvallah da abartma yahu, mecburi hizmet için gittik, üç yıl
sonra çıktık geldik. (Diğerleri Taner’in
neşeyle oynamasını izler, Taner oyun gereği yere çöktüğünde oynamayı bırakır.
Diğerleri güler)
Taner: Neresindendiniz?
Taner: (Hemşerisini görmüş olmanın
sevinciyle Türkçesi bozulur) Baq baq, gençler baq adamın hası qarşınızda oturiy ha, bugüne
bugün Amedli Savaş keke en zor zamanlarda gitmiş orada insanına hizmet etmiş
ona göre konuşin oğlim! (TV’de duymaya
alışkın oluğumuz kalıp cümleyi ciddiyetle kullanır) İçinde bulunduğumuz
pandemi sürecinin önemini, zorluğunu en iyi o bilir. Karşılığında ne aldı ha?
Ne aldı? Adamın maaşını vermiyurlar yav! Nöbet parasını döner sermayesini hani
nerede? Al sana üçün biri! Haksız mıyım abe?
Savaş: Haklısın valla aynen böyle oldu da… Sen nereden biliyorsun bunları?
Taner: (Taner’de hava bin beş yüz!) Bizim de kendimize göre haber
kaynaklarımız var abe. Baq bu adam istifa noktasına gelmişse var ya, yüzde bin
beş yüz haklıdır. Yenge ne diyor senin istifaya?
Savaş: Bilmem, umurumda değil. O zaten pandemiden önce ayrılmıştı çalıştığı
hastaneden. Yeni bir yerle anlaşacaktı, vazgeçti. Zorluklar karşısında hep öyle
yapar. Çocukları alıp annesinin yazlığına gitti. Benim hastanede olay
çıkardığımı duymuş olacak ki arıyor sabahtan beri.
Umut: İyi de Savaş abi, sizin de şimdi eşinizden pek farkınız kalmadı. Kusura
bakmayın ama ne bileyim sınır tanımayan doktorları düşününce sizinkisi tipik
üst tabaka tepkisi gibi geldi bana.
Savaş: Belki de dediğin gibidir. Ama artık önemi yok benim için. Bitiş çizgisini geçtim. Bu kadar hakareti, haksızlığı, yok sayılmak bir yana aşağılanmayı hiç kimse kaldıramaz. Devlet desen ortada, insanlar desen her zamanki gibi cahil ve ukala ve bencil ve arsız. Adam covid teşhisi almış, eve gitmesine izin vermediği için hemşirenin yüzüne tükürüyor. Kaçmak isteyen bir diğeri güvenlikçinin silahını alıp adamı bacağından vuruyor. Neymiş, kendini iyi hissediyormuş. Karım çocukları alıp gidince evde kalamadım. Eşyalı başka bir ev tuttum hastaneye de yakın. Ev sahibi üçüncü gün çık diye tutturdu. Apartmandakiler kapıma yazılar bırakmaya başladı. Doktor olduğumu öğrenince onlara hastalık getireceğim diye… Nöbetten dönmüşüm yorgunum, duş alıp iki saat uyuyup tekrar hastaneye gideceğim, eşyalarımı apartman kapısının önüne koymuş ev sahibi. Kilidi de değiştirmiş. Koca apartman camlara çıkmış bana bakıyor, o nefret dolu bakışları görecektiniz… Normalde doktora evlerini güle oynaya verirler, asansörde karşılaşsan ayaküstü muayene isterler. Tiksiniyorum bu riyakârlıktan. En çok da bu toprağa özgü bu sahtekârlıktan. Kime neyi anlatabildik ki bu ülkede şu salgında da anlatabilelim? Bitti artık ben yokum. (Sessizlik)
Savaş: Bir noktası vardır herkesin, inandığı her şeyin çöktüğünü gördüğü, halının altı dolmuş, istesen de itekleyip örtemiyorsun. (Umut’a) öyle üst tabakadan falan bir adam da değilim ben. Öğretmen çocuğuyum. Dedem de ilk köy enstitüsü mezunlarından. İdeallerin içine doğdum anlayacağın. Hiç kimseye ayrımcılık yapmadım. Tersine, sistem kimi dışarı attıysa el verdim. Gücüm yettiğince bende olanı paylaştım. Bir gün bile karımdan başkasına yan gözle bakmadım. Ne için? İlk krizde beni yalnız başıma bırakması için mi? Benim yüzümden psikiyatriyi değil de pediatriyi seçmişmiş. Psikiyatrist olsa deli para kazanırmış. Tüm derdi bu anlıyor musun? Daha çok para. Böyle biri değil esasen. Bir şey oldu ne oldu bilmiyorum, dünya malını önemser oldu. Çocuklardan sonra desem hiçbir şeyleri eksik değil, fazlasını ne yapacaksın sen hekimsin yahu! Senin vazifen şifa vermek, insanları iyileştirmek. Akşama kadar sosyal medyada yaşam koçu, yok ilişki uzmanı beş para etmez tipleri görüp kendi tercihlerini sorguluyor. Psikiyatri ile o tiplerin ne alâkası varsa! Onu da yanlış anlıyor. Sen hekimsin yahu, hekim! Tüccar kılıklı tiplerle ne işin olur, ne diye özenirsin onlara? Çok da iyi bir hekimdir ha, acayip teşhisçidir, çocuğu getir karşısına yüzünün renginden anlar ne olduğunu. Yok, bir türlü kendini önemsemiyor. Olmadığı kişi olmak için makas değiştirecekmiş. Lafa bak! Orada da bana yer yokmuş çünkü uyum sağlayamıyormuşum. Çocuklarımızın olmasını ben istemişim o aslında anneliğe hazır bile değilmiş. Hayat onun için de bir kerelikmiş. Bunlar bana fazla geliyor, dayanamıyorum artık. Hele bugünden sonra dönüş yok benim için.
Ece: Kadınların
en büyük açmazını dile getirmiş aslında. Anneliğe hazır değilken çoktan kendini
anneyken görmek zor tabii. (Taner konuyu
değiştirmek ister)
Taner: Seni de
görürüz Ece kardeş, yarın öbür gün Umut’la evlenirsin çocuklarınız olur ondan
sonra de diyeceğini.
Umut: Abi
yanlışın var biz sevgili değiliz Ece’yle. Yani eskiden sevgiliydik şimdi yakın
arkadaşız.
Ece: Evet.
Taner: (Şüpheci) O nasıl oluyor öyle yav? (Ece ve Umut güler. Sahneye paldır küldür
giysileri leş, saçı sakalı karışık Sado girer. El fenerini Taner’in yüzüne
tutar.)
Sado: Taner, Taner sen misin oradaki?
Taner: Ooo Sado, gel gel iyi insan lafın üstüne gelirmiş. Bak bu gençler…
Sado: Taner yaralı var.
Taner: Yapma be, intihar mı yine?
Sado: Yok bu seferki bizim oradan, Afgan bir genç. Dövmüşler, yüksekten atmış
alçaklar. Acil doktor bulmam lazım. Arasana ambulansı. (Savaş ayağa fırlar, Sado’nun yanına gelir.)
Savaş: Yaralı nerede?
Sado: Sen kimsin?
Savaş: Doktor
Savaş. (Sado, covid korkusuyla cebindeki
kirli tıbbi maskesini çıkarıp takar aceleyle, iki adım gerisine sıçrar
Savaş’ın. Diğerleri dik dik bakar ona)
Taner: Yav Sado açık havadayız babam! (Sado utanır, maskeyi burnunun altına
indirir.)
Sado: Gelin
benle.
Savaş: Arabadan çantamı alıp geliyorum. (Savaş arabasına gider, sırt çantası ile gelir.)
Taner: (Sado’yu takip ederken söylenir.) Bir maskeyi çok gördüler. Doktor
adamın bile seninki gibi maskesi yok, nereden buldunsa!
Umut: Taner abi biz de gelelim.
Taner: Gelin gelin, lâzım olursunuz belki. Aradığınız yere
gidiyoruz zaten.
II.
Sahne
(Sahne değişimi başlar. 2. Sahneye geçişte müzikle birlikte bolca ışık
oyunu-takip ışığı kullanırız. Sahnedekiler, mağaraya inerken kayalıkta
kiminin ayağı takılır, kimi tökezler. Mağara, onların oturduğu falezler
parkının aşağısındadır. Birbirlerini tutarak, dikkatle mağaraya gelirler. Kör
karanlığın içinde ışık dolu bir mağaranın yan kenarındayız. Mağaraya çekilen
kaçak elektrik hattıyla mağaranın içi ışıl ışıldır. Sado, diğerlerini girişte
eliyle durdurarak içeri girer onun duvara yansıyan devasa gölgesini görürüz.
Sado çıkar, onları içeri çağırır ve mağaranın girişi döner sahneyle seyirciye
döner, mağaranın içini görürüz. Sado ve Taner dışındakiler büyülenmişçesine
bakakalır. Kâğıt toplama arabaları, yerlere serilmiş yorganlar, mağara duvarına
asılmış giysiler, pet şişeler, derme çatma mutfak, piknik tüpü, demlikler, leğenler, vs… )
Sado: Gelin. Gelin gelin. Yahu gelsenize! Adam yemiyoruz!
Savaş: Merhaba!
(Mağaranın içi her yaştan insanla
doludur. Bu insanlar bakımsızlıklarına, derbeder görüntülerine rağmen ışıl ışıl
parlayan gözlerle davetsiz misafirlere bakar.)
Savaş: Sado, yaralı nerede? (Aynı anda
mağaradakilerin çemberi iki yana açılır, yerde kan revan, bitap düşmüş, kolu
başı çatkıya sarılı, iniltiler içinde yaralı bir genç. Savaş yaralıya yönelir,
malzemelerini çıkarır, tansiyonunu-nabzını ölçer, gözlerine ışık tutar) Çocuklar,
yardım edin. Çantamdan sargı bezini, pamuğu, alkolü verin. (Yaralarını temizler, sarar. Başındaki yarayı inceler, çantasından
aldığı boyunluğu yaralıya takar.) Ambulans çağırdınız mı şimdiye kadar?
Sado: Yok babam seni gördük getirdik işte.
Savaş: Tamam, derhal hastaneye gitmeli. (Telefonuna davranır.)
Sado: Buraya mı gelecek?
Savaş: Mahsuru
mu var? (Sado, Savaş’a yaklaşır.)
Sado: Doktor, çocuğu çıkaralım yukarı parkın oraya, ambulans oradan alsın.
Buraya gelemezler zaten.
Savaş: Çok acele etmeliyiz yoksa ölür. İç kanaması var mı yok
mu bilemiyorum.
Savaş: Peki…
Sado: (El kol hareketleriyle karışık komut
verir.) Çabuk, onu
yukarı götürmemiz gerek! Çabuk! (Kalabalık
hareketlenir. Genç erkekler komutu alır almaz yaralıyı derme çatma sedyeyle ya
da çarşaflarla taşıyıp mağaradan dışarı çıkarır.)
Savaş: Başına dikkat edin, kıpırdamasın! (Kalabalığın
bir kısmı hastayla birlikte çıkar, Sado az sonra geri gelir.)
Sado: Ara şimdi. Falezlerin üstündeki parkta yaralı var de. Arabamla geçerken
gördüm de. (Savaş, komutu alır almaz
telefonunu tuşlar.)
Savaş: İyi nöbetler, Doktor Savaş… Falezlerin üstündeki parkta ağır yaralı hasta
var, ilk müdahaleyi yaptım. Ambulans yollar mısınız? Evet falezlerin üstündeki
parkta. Erkek, 20’li yaşlarında, darp, yüksekten düşme. Kafa travması var
gözüküyor. Tamam.
Sado: Gel benimle. (Savaş’la
Sado çıkar.)
(Taner’le
Umut bir köşeye oturur, Ece bebekli bir kadının yanına gider.)
Ece: Marhabaan,
kam hu latif taflak (Merhaba, ne tatlıymış bebeğin.) (Çantasından çıkardığı meyveleri uzatır.) Al, al ye. Süt yapar,
bebek için faydalı. (Karşısındaki kadın
gülümser, meyveyi alır, teşekkür eder. Ece ayaklanıp mağaranın gerisinde
oturanların yanına gider. Mağarada kenarlara toplanmış süngerler, döşekler
arasında vurmalı- telli çalgıları görür.) Umuuut, koş!
Umut: Ne oldu, iyi misin?
Ece: Gel, bak burada ne var… Hadi, bir şarkı söyleyelim.
Umut: Ece sırası mı şimdi?
Ece: Taner abi, su var mı yanında? (Taner,
elindeki poşeti uzatır Ece’ye. Sessizlik olur. Ud ve keman çalanlar yeni bir
şarkıya giriş yaparken Ece onlara eşlik eder. Umut’la Taner, sahne önünde bir
yere çöker.)
Taner: Neydi o şarkı abicim?
Umut: Ece’yle söylediğimiz mi? …Bizim şarkımızdı. Meis adasında tanıştığımız
akşam, tavernada bu şarkı çalıyordu.
Taner: Tanışmak için adaya mı gittiniz? Siz de çok cinsmişsiniz be kardeşim.
Umut: Rastlantı. Burada hep aynı ortamlardaymışız ama denk gelmemişiz. Aslında
her şey rastlantıydı. Annemle babamın evlilik yıldönümüydü. Normalde onlarla
tatile çıkmam ama işte, annem çok ısrar etmişti. Babamın yatıyla dört gün dört
gece, eş dostu da aldılar. Denize açıldık. Bir akşam Meis’de yemeğe çıktık. Ece
de işte bizim bu kuruluşun işleri için gönüllü olarak adadaymış. Kaldırımda
birkaç arkadaşıyla şarkı söyleyip para topluyordu kuruluşa.
Taner: Lan oğlum kaç yaşındasınız siz böyle? On kitaplık hikâyeniz olmuş. Eee
sonra?
Umut: Sonrası, çok yakın arkadaş olduk işte.
Taner: Sen de mi gönüllüsün?
Umut: Evet. Benim yaptıklarım Ece’ninkilerin yanında bir şey değil. O kendini, bütünüyle adıyor onlara. Nasıl desem, sanki kendisi de onlardan o zavallı insanlardan biri gibi. O haksızlıklara uğramış da, kendisi için hayat mücadelesi veriyor gibi. Baksana nasıl mutlu onların arasında. (Mağaradakilerle birlikte şarkı söyleyen Ece’ye bakarlar.)
Taner: Anladıııım, sınıfsal farklılıklardan ayrıldınız siiiz… Tamam yahu, şimdi
oturdu kafamda. Ama bana pek ayrılmışsınız gibi gelmiyor ha, onu söyleyeyim.
Umut: O istemiyor artık.
Taner: Umut! Umuuut!!
Umut: Ne var abi niye bağırıyorsun buradayım.
Taner: Adını
unutmuşsun sen, Umut! Umudunu kaybetme kardeşim. (Taner abartılı el kol hareketleriyle Umut’a söylev çekerken sesini
duymayız, mağaradakiler Jamal Slitine’den Hobbi Lak’ı söylemeye başlar. Oyun
müzikleri için müzisyenle çalışma imkânımız olursa vurmalıların yoğunlukta
rebab, ud ve santurun da olduğu bir müzik ve doğaçlama vokal hazırlayabiliriz.
Sado, Savaş ve birkaç mülteci girer, Sado müziği susturur.)
Sado: Çengi de getirseydiniz bari! Ayıp yahu!
Taner: Sado karışma yav, stresini atıyor garipler. Ece kardeşin de sesi bir güzel ki.
Ece: Savaş abi, ne olmuş arkadaşa?
Savaş: Fena dövmüşler.
Taner: Sado kim yapmış ne olmuş bir anlatsana. (Savaş’la Sado yanlarına oturur.)
Sado: Otur otur, celallenme. Bir değil iki değil... Milyon tane haysiyet
yoksunu, hangi birine ne yapacaksın? Kamyonuyla geçerken, Ömer’in kâğıt
arabasına çarpmışlar. Üçü birden oğlanı dövmüşler, kafasını yere vurmuşlar.
Yetmemiş yukarıda merdivenler yok mu, oradan aşağı atmışlar!
Umut: Üf… Yaşayacak mı?
Savaş: Ameliyata aldılar. Kafatasında çatlak var.
Ece: Burada sürekli mi kalıyorlar?
Sado: Sürekli kalıyorlar ama bu yüzler var ya, sık sık
değişiyor. Leyli meccani…
(Leyli meccaniyi duyan Savaş, Sado’ya bakar.)
Sado: E anlat o zaman doktor, senin yolun niye düştü buraya? Madem sabahçıyız,
birbirimizi dinleyelim hele adaptandır.
(Onlar konuşurken arkadakiler kendi aralarında konuşur,
kimisi çay içer kimisi uzanır, cep telefonuyla uğraşanlar, usulca enstrüman çalanlar,
bir iki kitap okuyan…)
Savaş: Hiiç… Sıkıntılı bir dönemdeyiz malum. Hastanede başhekimle tartıştım
bugün. Zaten herkesin canı burnunda. Hepimiz, hademesinden hemşiresine canımızı
ortaya koymuş çalışıyoruz. Utanmadan bizi azarlıyor bir de. Nefret ederim
azarlayan tiplerden. İstediğin küfrü et, kolay kızmam ama birisi beni ya da
yanımda duran herhangi birini azarladığında çıldırıyorum. Neyse işte. Sıkıldım,
duramadım hiçbir yerde hava almak için gelmiştim yukarıya. Taner’le karşılaştık
işte sonra da Ece ve Umut’la.
Sado: Taner
ustadır zaten falezlerin muhtarı gibi, her gelenle arkadaş olur. Taner: Yook, öyle herkesle arkadaş
olmam. Tartarım ölçerim, ondan sonra! Umut:
Biz geçtik mi bari gümrükten Taner abi?
Taner: (ağırdan alır) Yani... (gülerler) Yav baktım Savaş abi güzel bir insan belli yani. İnsan
sarrafı olduk kaç yıldır artık. Canı sıkkın görünüyordu, dertleşelim diye şarkı
açtım falan. Pek anlatmadı derdini ya, dünya
derdi bitmiyor işte. Umut’la Ece kardeş biz laflarken geldi, onlar da
burayı arıyormuş zaten.
(Sado’nun tek kaşı havaya kalkar)
Sado: Niye ki?
Ece: Sado abi, doğrudan konuya girelim. Umut’la bir yardım kuruluşunda gönüllüyüz… Pandemi sonrası mültecilerin durumunu iyileştirmek için ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Burası da onların yaşadığı yer diye, gelip görmek istedik.
Sado: Ne yapacaksınız peki?
Umut: Raporla bildireceğiz abi. Onlar da duruma göre bürokratik ya da değil ne
yapılabilir ona bakacak. (Sado, Taner’e
bakar) Ne oldu abi?
Sado: Durumları ortada işte! Oğlum bakın, bu insanlar yeteri kadar zor durumda.
Şimdi sizin bu kuruluş in midir cin midir… Neredeyse her gün dayak yiyor
bunlar, hakaret duymadıkları gün yok. Şimdi yasayı da değiştirdiler, geldikleri
ülkeye iade edilebiliyorlar artık. Gidemiyorlar, geri de dönemiyorlar. Arafta
kaldılar böyle! Daha önceki gün 130 zavallı Akdeniz’e gömüldü. Haberiniz vardır.
(Umut’la Ece
onaylar.)
Savaş: Ne olmuş?
Sado: Lastik bota 130 kişi binmiş Akdeniz üzerinden açılmışlar. Şanslarını
denemişler diyeceğim ama şans bile yok kardeşim göz göre göre ölüme gitmişler.
Bottan yardım çağrısı gelmiş Çarşamba günü, batıyoruz diye. Duymazlıktan
gelmişler tabii. Çoluk çocuk kadın kız, 130 kişi öldü düşünebiliyor musun?
Savaş: Hadi be!
Sado: Utanmazlar 27 saatin sonunda gitmişler güya yardıma. Can mı dayanır onca
saat suyun içinde. Bir tek devlet yok bu garibanları gerçekten düşünen. Hepsi
kendinden uzak dursun diye kışkış ediyor bunları. Uluslararası sularda ya
bunlar. Kimse canlının peşinde değil. Sanki onlar da çok meraklı senin ülkene.
Adamın nefes alacak hali kalmadı ülkesini karıştırdınız. Ölmeyi bile göze
alarak pis bir yolculuğa çıkıyor. Kolay mı? (Ece’ye)
Siz şimdi ne yapmak istiyorsunuz? Olayınız ne yani gençler? (Kül yutmadığını ağırbaşlılıkla belli eder.)
Bana, sadece mağaradakilerin durumunu rapor etmeyeceksiniz gibi geliyor.
Siz bana deyin hele, gizli hedefiniz nedir?
(Umut’la Ece
birbirine bakar.)
Ece: Şey… Bu hattın en işlek yerindeyiz Sado abi, sen daha iyi bilirsin. Uzun zamandır mültecilerin durumunu izliyoruz. Sadece buradakileri de değil. İşte rotada olan Yunanistan, İtalya sonrasında Avrupa’nın dört tarafına dağılana kadar hayatta kalabilmelerini sağlamak istiyoruz.
Sado: Nasıl olacak o?
Ece: Bizim bu
kuruluş büyük bir gemi almak üzere. Hedefimiz o gemiyle yüzen ambulans gibi
düşün, açıklarda mahsur kalan böyle mültecileri kurtarmak.
Sado: E şimdi
bu pandemiyi bahane edip daha da sıkılaştırdılar ya, çok zor o söylediğinin
gerçekleşmesi.
Ece: Sado abi,
belki de o kadar zor değildir? Biz burada neler olduğunu bildireceğiz onlara,
sonrasına sonra bakacaklar.
(Arkadakilerden iki kişi çay servisi yapar.)
Taner: Alın alın, çekinmeyin yav Sado’ların çayı çok güzel olur. Çünkü… ateşe
sadece odun değil kendi yurt özlemlerini de katarlar, çay sıla kalbiyle
demlendi mi böyle güzel olur işte. (Bardağı
kaldırıp rengine hayranlıkla bakar. Savaş bir yudum içer.)
Savaş: Gerçekten çok güzelmiş çay.
Taner: Afiyet olsun abim. Yalnız Ece kardeş, senin bu söylediklerin pratikte
olması neredeyse imkânsız şeyler. Teorin güzel, güzel de pratikte teoriyi
uygulamak noktasında sıkıntı var.
Umut: Taner abi biz de farkındayız somutta o kadar kolay olmayacak ama yine de
deneyeceğiz.
Ece: Eylemsizlik eylemlilikten daha iyi bir şey değil ki? Deneyeceğiz. Olmazsa
da başka yollar arayacağız. Doğrudan eylem dediğimiz…
Sado: (Kısık sesle) Buradakileri de götürebilir misiniz?
Ece: Umut’la benim asıl niyetimiz bu, buradaki mülteciler, yani illa ki
gitmeleri gerekiyorsa onların sağ salim karşı kıyıya ayak basmasını sağlamak.
Bir sürü insan… Orada şansları daha açık olacaktır eminim. Birkaç haftaya kadar
haberin gelmesini bekliyoruz.
Savaş: Sizin bu gemi hangi ülkeye bağlı?
Ece: Ülkemiz yok. Geminin adı da kuruluşun adıyla aynı: No-Land… Dünyanın dört bir tarafından gönüllüyle açılacak. Gemiye
yakıt ikmali, gıda, içme suyunu da ihtiyaca göre hangi ülkeye yakınsa oradaki
birim, botlarla gelip takviye yapacak. Uygun izin çıktığında da gemi limana
yanaşıp içindeki mültecilerin o ülkeye ayak basmasını sağlayacak. Geminin
kaptanları, mürettebatı dönüşümlü çalışacak.
Savaş: Sizin göreviniz ne?
Ece: Umut’la ben Antalya birimiyiz. Buradaki gibi yolculuğa çıkacak
mültecileri haber veriyoruz genel merkeze, onlar da takibini yapıyor. Muğla,
Aydın, İzmir, Çanakkale, Edirne’den de bizim gibi gönüllü arkadaşlarımız var.
Ülkeler pandemi bahanesiyle ne kadar yasaları değiştirip, gelen mülteciyi geri
gönderme haklarının olduğunu ilan etseler de havalar ısındığı için bu
yolculukların tekrar başladığını biliyoruz.
Umut: Pandemiden biraz önce Edirne’de Meriç kıyısındaydık Ece’yle, oranın gönüllüsü
arkadaşlarla Pazarkule’ye gittik. Abi, öyle bir hâl ki, bu taraf kovmak istiyor
karşı taraf geri itiyor. Sınırda kalmış yüzlerce insan oraya yığılmış bekliyor.
İnsan kaçakçısı tipin biri bizi uluslararası basından zannetti. Üstünden sular
süzülen iki Somalili mülteciyi gösterip ‘bunları
ben iki kere gönderdim, geri nehre atmışlar, yine göndereceğim’ dedi. Bir
de bir böbürlenişi var, iğrenirsin. Öyle olmadığımızı anlayınca hemen ağız
değiştirdi. ‘Yazık bu insanlara da, ben
köylüyüm, burada ne oluyor bilmiyorum’ diye…
Sado: Milletin efendisine bak sen! Adam başı üç beş bin avroyu cukkalamayı
bilirler ama! Köylüymüş!
Ece: (Daha çok Savaş’a) Kısacası, hepimizin elini taşın
altına sokması gerekiyor. Herkes hazır, geminin bugün yarın açılmasını
bekliyoruz. Mürettebatın hepsi gemiyle ilgili her türlü eğitimi aldı. (Savaş’ın gözlerinin içine bakar) Gemide
bir tek doktor eksik. Dört yana haber saldık, yani güvenilir olanlara…
Savaş: (Ece’nin çağrısını üstüne almaz.) Yani gemi doğrudan bir karadan başka
bir karaya mülteci getirmeyecek, açıklarda, zor durumda olanları gemiye alıp
güvenli bir yere bırakacak öyle mi?
Umut: Evet abi işleyiş böyle olacak.
Sado: Siz nasıl haberleşiyorsunuz bunlarla?
Umut: E-mail, whatsapp, twitter üzerinden.
Sado: Gemi yakında açılacak diyorsun… (Umut
onaylar.) Neyse konuşuruz bunları. Yalnız çok dikkatli olun. Bu işin
tüccarları çok acımasız oluyor. Bizim burada sıkıntı yaşamazsınız da merkezde
falan başka yerlerde yaptığınız işi gizleyin. Nereden ne geleceği belli olmaz.
Umut: Haklısın abi.
Ece: Merak etmeyin, çok dikkatliyiz.
Taner: Yav Ece bacım nerede dikkatlisiniz? Bu akşam bizi tanımadan etmeden
döküldünüz hemen. Zor bir iş sizinkisi, bir sürü çakal çukal var bu gariplerin
sırtından geçinen. Çok dikkatli olmalısınız, kimseye güvenmeyin, örgütlerde
gizlilik esastır! (Ece ile Umut birbirine
bakar.) Ne oldu? Yalan mı?
Savaş: Canım sıkıştırma çocukları, örgüt falan deyip şimdi… Hem bu akşam ben de
seni tanımadan bir sürü şey anlattım Taner, suç mu işledik yani?
Taner: Haşa babam! Yav Savaş abi ben öyle demek istemedim. Sen bu gece gelmesen (mültecileri gösterir) bu fakir ölüp
giderdi, yalan mı Sado? Ölürdü çocuk senin müdahalen olmasa. Yani hiç olur mu
öyle şey insanız birbirimizle konuşmazsak…
Sado: (güler) Tamam muhtar kıvranma şaka yapıyorlar. (Taner hafif alınmış)
Taner: Biz de
insan sarrafıyız herhalde Sado, pırıl pırıl gençler bunlar. Savaş kekem zaten
on numara adam.
Ece: Taner abi,
biz senin kim olduğunu biliyorduk. (Taner’in
yüzü aydınlanır, önemli adam pozlarında)
Taner: Ya, demek öyle? Nereden biliyorsunuz beni bakayım?
Umut: Ece’nin kuzeni Ela abla (Taner Ela’nın adını duyunca yüzü değişir, kızarıp bozarır) dedi ki sizi o mağaraya ancak Taner götürebilir.
Taner: Ela senin kuzenin demek. (Derin bir
iç çeker.) Öyle dedi demek. Nasıl, iyi mi o?
Ece: İyi, bebeğini büyütüyor.
Taner: Kız mı oğlan mı?
Ece: Tatlı bir kız bebek.
Taner: Güzel.
Allah analı babalı büyütsün. (Ayaklanır) Çay
alayım ben, ayaklarım da uyuşmuş dolanayım az. (Mağaranın gerisine gider. Enstrüman çalanlarla konuşur.)
Sado: Yahu siz şimdi örgütten falan bahsediyorsunuz da, bizim muhtar da örgüt
lideri pozlarına girdi iyiden iyiye. Siz örgütten ne anlarsınız? Ben örgütün
allahını görmüş adamım. Bizim gençliğimizin örgütü, siz bilmezsiniz. İnsanlar
adını duydu mu hazır ola geçerlerdi valla. Her yerde biterdi, her yerde.
Faşolar örgütün adını duydular mı arazi olurlardı. Örgüt dedin mi öyle olacak,
şimdikiler hanım evladı örgütü.
Savaş: Sen neymişsin be Sado! Hiç belli etmiyorsun ama
nerelerden geçmişsin.
Sado: Geçtik doktor geçtik! Ama en sonunda bütünlemeden sınıfta kaldık. Sen
şimdi benim böyle göründüğüme bakma, kimse tahmin etmez bu Sado’nun bir
zamanlar örgüt şefliği yaptığını. Sonradan böyle lümpen olduk. (Ece ve Umut’a, keyifle) Lümpeni
açıklayayım. Marksist teoride vardır bu. Yani sınıf altı demek. Proleteryanın
altında, biz de oraya düştük işte.
Savaş: Okul yarıda mı kaldı?
(Müzisyenler, Taner’in isteğiyle Ahmet Kaya’dan Korkarım’ı
çalmaya başlar. Taner yanlarına çökmüş efkârla ve usulca müziğe eşlik eder.
Gözyaşı olmadan ağlıyor gibi.)
Sado: Öyle oldu doktor. Biraz da kişisel, ailevi sebepler… (Taner’e bakar.) Muhtar dertlendi yine… Telefonundan açıp dinlete
dinlete öğretti bunlara Ahmet Kaya şarkılarını.
Ece: Sizde de eğilim varmış demek Sado abi.
Sado: Çok severim. Bizi anlatır Ahmet Kaya, gözüm. Her duruma en az bir şarkı
söylemiş. Şimdi kim inanır Ahmet Kaya’nın öldüğüne. Yaşıyor işte, bak.
(Bir süre
müziği dinlerler.)
Savaş: Güzel şarkıymış.
Ece: Eğilim derken, yani böyle bir yaşamı seçmeye eğilimliymişsin demek
istedim abi.
Sado: Haa, sen o fasılayı diyorsun. (Sessizlik.)
Eğilim değil gözüm biz zaten oradan geliyorduk. Örgüt elimizden tuttu da
biraz adam etti. Eh elini çektiğinde de aynı yere döndük. Özümüz buymuş,
yuvamız burasıymış demek ki. Yani sen öyle bakma, istesem aynı sizin gibi entel
dili konuşurum. Ama artık oralara dönmek istemiyorum. Palamarları çözdük bir
kere.
Savaş: İlginç bir insansın Sado. Burada kurduğun dünya, yaşama ne büyük katkın
var. Helâl sana! Bu insanlar ne zaman çözecek palamarları?
Sado: Zamanı geldiği zaman doktor… Nazım demiş ki: (Es verir, hazırlanır. Nazım Hikmet’in Alarga Gönül adlı şiirini okur.)
Alarga gönül:
Demir al… Kırmızı bir amiral gibi
kaptan köprüsüne çık… Karşında deniz:
kaşı çatık sana bakan kocaman
mavi bir göz… Alarga gönül, palamarı çöz…
Amiral demir al…
Gönül kaptan köprüsüne çık… Çayır
kokusu alan
bir tay gibi kokla açık denizleri…
Çevirmesin senin kafanı geri geride kalanlara doğru giden dümen suyunun köpüklü
izleri… Alarga gönül,
palamarı çöz…
Amiral
demir al…
Sür gemiyi dalgaların gözüne… kulak asma Fikret'in sözüne… Çocuğun anan olan:
denize inan…
Alarga gönül daha alarga
daha alarga daha daha!
Alarga gönül alarga…
(Şiir bitmeye doğru, müzisyenler şarkıyı yüksekten çalmaya
başlar, Taner sağ elini sol göğsüne koyarak müzisyenlere teşekkür eder. Ön
tarafa gelir. Savaş, Ece ve Umut ayağa kalkar. Sado da ayaklanır onlarla
vedalaşır, hepsi duygulanmış, mağaradakilere selam vererek arkalı önlü sahneden
çıkarlar. Müzisyenler şarkıyı çalmayı sürdürürken diğerleri uyumaya hazırlanır,
yorgan döşek getir-götürü, boş çay bardaklarını tepsiye alıp tezgâha götürmek
vs… Sado, gerideki ateşin önüne çöker. Ardında kocaman gölgesi ile müzik
susmadan sahne yavaş yavaş kararır.)
ııı. Sahne
(Bir hafta sonra. Mağarada sıradan bir akşamüstü. Ortalık derlenip
toparlanmış. Ateşte çay demlenmekte. Sado, sedirde yan yatmış elinde kalem
kâğıt bir şeyler hesaplıyor. Arada bir saatine bakıyor. Mağaradakilerden dört
kişi, Savaş ve Umut ameliyatlı, başı ve bir kolu sargılı Ömer’i taşıyarak
mağaraya girer. Herkes yaralı için seferber olur, rabarba… Ömer gerideki yer
yatağına dikkatlice yatırılır. Savaş ateş barut gibi öfkelidir.)
Sado: Demek erkenden taburcu ettin bizim oğlanı doktor! Geç geç şöyle. (Savaş’la Umut oturur, Sado, bir
delikanlıya) Çay getirin.
Savaş: Ben böyle bir cehennem görmedim.
Sado: (Şakaya vurur.) Yok yahu birkaç gün kalsan cennet
gibidir bizim burası. Sabahın serinliğinde gelsen hele, gökdoğan korosu sana
şarkı söyler…
Savaş: Burayı demiyorum Sado. (çaylar gelir.)
Savaş: Adam diyor ki, Ömer’in sigortası yok! Evet yok, biz sana var mı dedik?
Tutturdu çıkması lâzım diye. Göreceksin o tavırları. Çocuğa boka bakar gibi
bakmalar, yanındakilere bağırıp çağırmalar. Zaten yatış veremezmişiz de şimdi
hele covid varken serviste daha fazla tutulmayacakmış. Al götür hastanı dedi
bana.
Sado: Kimdir bu şahıs?
Savaş: Başhekim…
Sado: Sen de aldın getirdin öyle mi?
Savaş: Aldım getirdim. Yalaka pisliğin tekisin sen dedim. Hiç beklemiyordu
tabii. Yüzü gözü kızardı. Tutanak lafları geveledi yanındakilere şahitsiniz
dedi. Onlara da döndüm. Siz de ne pısırıksınız be diye! Gün olur devran döner,
senin de saltanatın biter dedim aldım Ömer’i çıktım geldim. İşte seni aradım,
Umut da geldi yardıma. Olay bu.
Sado: İyi olmamış doktor, başını derde sokmuşsun durduk
yere.
Savaş: Sen de mi Sado? Bari sen böyle söyleme. Karım da yolda aradı, kendini
bilmezsin, kendini de bizi de hiç düşünmüyorsun diye. Hastanedeki arkadaşlarından
duymuş herhalde. Herkes niye bu kadar korkak? Zorbaya müsaade ettiğimiz için
biz de suçlu olmuyor muyuz?
Sado: Korkuyla ilgisi yok doktor. Şimdi bak bizim sana ihtiyacımız var. Eşinin,
çocuklarının sana ihtiyacı var.
Savaş: Tamam ben gene buradayım gene yardım edeceğim hepinize. Ömer’in
iğnelerini yapacağım, kalan tedavisini üstleneceğim. Bir yere gitmiyorum ki!
Onursuzlaşmam gerekmiyor ki! (Sessizlik.)
Geçen hafta, buraya ilk geldiğim gün de bu adamın tavırlarından bezmiştim.
İçim içimi kemiriyordu kaç zamandır, o gün ona doğru dürüst karşı çıkmadım
diye. Bizim yatılı okuldaki müdür yardımcısına benziyor adam. Travmalarımı
hortlattı resmen. Kimsin, nesin sen? Hademesinden asistanına, kardiyoloğundan
dahiliyecisine herkese bağırıp çağırıyor. Nedenmiş? Arkası güçlü. Arkası
dediğin de malum. Yalaka, zorba! Bu böyle gitmez. Her şey çürümüş. Kokmuş. Bu
mesleği daha fazla yapamayacağım sanırım.
Sado: (Savaş’ın yüzüne ondaki isyanı
gördükçe umutla bakar.) Senin ruhun mülteci olmuş doktor! Haysiyetinin peşinden gidiyorsun. Ne
var ki çetin bir yol bu yol. Çok şeyini feda etmeni gerektirir. Kuşbakışı
görüşe çıkmışsın, seyrediyorsun kendini. Anlıyorsun ki yuvan sensin. Ama
unutma, sığınmacının vatanı ayaklarının altıdır. Bir kere gittin mi
haysiyetinin peşinden alışır ruhun o özgürlüğe. Ayaklarının altı yanar durur,
çağırır meçhul seni, hep gitmen gerekir peşinden. (Savaş Sado’nun sözleri üzerine düşünceli.)
Umut: Savaş abi şimdi olay taze diye öfkelisin haklısın da. Hekimlere muhtacız ama, mesleği yapamamak falan. Niye öyle diyorsun? (Mesaj bildirimi gelir, telefonunu kurcalar. Yüzü aydınlanır.)
Sado: Umut
doğru diyor doktor, kendine zarar. Dök içini rahatla da kaptırıp gitme öfkenin
peşinden.
Umut: (Ayağa kalkar, kabına sığmaz
sevinçten) Müjdemi
isterim! Sado: Hayırdır genç? Ver
bakalım güzel bir haber, keyiflenelim. Umut:
No Land açılmış, Akdeniz’e doğru geliyor!
(Vurmalılar hareketli bir ritimle çalar, Savaş dışındakiler
ayaklanır, sahneye gelişi güzel girişler çıkışlar olur, Umut telefonuyla
konuşmak için sinyalin güçlü olduğu ön tarafa gelir. Bir kulağını kapatıp
bağırarak –Ece, aşağıdayız buraya gelin! Müzik yükselir. Savaş, düşünceli bir
şekilde oturduğu yerde kalır. Bir mağaradakilere bakar bir önüne. Ece, Taner’le
birlikte sahneye girer. Sado yanlarına gider, fısır fısır bir şeyler
konuşurlar. Ece, Savaş’ın yanına gelir. Müjdeli haberi ona duyurur. Savaş
coşkusuna katılmaz, başını sallar, tebessüm eder. Taner elindeki yiyecek
poşetlerini mağaradaki gençlere verir. Müzik yavaşça biterken ön tarafta kimi oturur
kimi ayakta.)
Sado: Vay be, doktor gördün mü bak? Hayat işte, bir kapıyı kapatıp bir kapıyı
açıyor.
Taner: Yav Sado sanki Savaş abem bilmiyor mu bu dediğini?
Taner: Abemin canı sağolsun. Kimmiş o başhekim göstersin
bana, gerisi bende.
(Taner’in mafya babası pozuna gülerler.)
Savaş: Neyse, boş verin benim durumu şimdi. Yolculuk ne zaman?
Ece: Sabah erken Konserve Koyu’ndan yata binecekler, dikkat çekmemek için
üçerli beşerli küçük gruplar yapacağız.
Savaş: Yatı nereden buldunuz? Güvenilir birisi mi?
Ece: Umut’un babasının yatı, Savaş abi. (Umut’la Ece güler.) Kaptanları Gültekin abi Umut’u çok sever. İşini kaybetmeyi göze aldı sağ olsun. No Land’e bizimkileri bindirip geri gelecek.
Sado: Hazırlıklara başlayalım. Doktor, sen de kal burada bu gece. Sabahı ederiz
hep birlikte ne dersin?
Savaş: Olur. Gidecek yerim artık yok zaten.
Sado: Şimdi, Taner, sen Ece ile Umut’u da al erzak işini halledin.
Bizimkilerden kimse gelmesin dikkat çeker şimdi. Parka gelince haber verin
oğlanları yollayayım yükünüzü onlar taşır.
Umut: Sado abi, erzağı doğrudan yata bırakalım hiç buraya getirmeyelim. İki iş
olmasın.
Ece: Doğru, zaten tekneye doldurduk bir şeyler. Takviye yapacağız sadece.
Sado: Taner sana da uygunsa öyle yapın madem.
Taner: Uygun uygun. E haydi yürüyün, birkaç saate kadar geliriz. Bir emrin var
mı Savaş abim?
Savaş: Yok Taner, sağol. Kolay gelsin size.
Sado: Dikkatli olun.
Taner: Merak
etme Sado. Bu ikisi var ya senden benden fişek! (Ece, Umut ve Taner sahneden çıkar.)
Sado: Sen de
uzan şuraya doktor, az sonra yıldızlar belirir bu tarafta. Yeni çay demlenene
kadar uyu biraz. Ben ekibe yarınki yolculuklarını haber vereyim.
Savaş: Sağol Sado.
(Sado, mağaranın arkasına gider, herkes ona yaklaşır, çember olurlar yerde. Savaş sedire uzanır, gökyüzüne bakar, hüzünlü bir müzik çalarken arkadakiler Sado’nun fısır fısır anlatımı ve bol el kol hareketiyle verdiği yolculuk haberine sevinir, birbirlerine sarılırlar. Sado plânı onlara anlatır. Üç dakika kadar süren bu durum, mağaraya gelen silahlı 5-6 adamın gürültüsüyle aniden durur. Adamlardan ikisi hariç diğerleri ortalığı savaş alanına çevirir. Ortalığı dağıtmaya karışmayan adamlardan biri Kadir, diğeri de onun her zaman bir adım gerisinde bekleyen silahlı yakın korumasıdır. Savaş, refleksle arka tarafta yerde yatan Ömer’in yanına gidip onu korumaya alır. Adamlar Ömer’e vuracakken Savaş siper olur, Savaş’ı döverler. Bağırış çağırış… Kap kacak enstrüman ne varsa fırlatırlar oraya buraya. Önüne geleni darp ederler. Çocuklara ve kadınlara karışmazlar. Yumrukladıkları Sado’yu ikisi kollarından tutup Kadir’in önüne getirir. Sado’nun ağzı burnu kan içinde. Önüne getirildiği adam, Kadir, pahalı spor giysiler içinde kötü olduğu yüzünden belli, deligöz bakışlı, yer yer sakin ve aniden öfkeyle konuşan biridir.)
Kadir: Hoşbulduk Sado Bey! Kusura bakma biraz gürültülü geldik. Nedenini
biliyorsun değil mi? (Sado’dan cevap
yok.) Bilirsin bilirsiiin... Daha ne kadar bu şarlatanlığı sürdüreceksin? (Mağaraya bakar, diğerlerini gösterir.) Şu
çöplüğe bak! Çöpçüler Kralı Sado Efendi! (Arkasındaki
adamına başıyla işaret eder, adam Sado’nun başına palyaço şapkası takar. Sado
direnir, şapka düşer, adam ona vurur şapkayı başına tekrar geçirir. Sado
direnmez. Kadir kahkaha atar.) Taçsız kral olur mu hiç, minik bir hediye.
Seni hep uzaktan izledim. Çok güldürdün beni. Nerden nereye… Kartallar
yüksekten uçar değil mi? Seni karga seni. (sırıtır)
Bu insanlıktan çıkmış garibanların sırtından kahramanlık yapmak ha? Çok
ilginç. Senin beynini – eğer bu gece beynin yerinde kalırsa tabii, incelemeleri
gerek. Neler geçiyor o karanlık kafandan Sadooo? (Giderek sinirlenir, bağırmaya başlar, ağzından tükürükler saça saça.) Sana
gel dedim, birlikte iş yapalım dedim. Ne öne sürdümse kabul etmedin. Saygı duydum.
Bir anlaşma yaptık seninle. Anladığını sanıyordum. Bilge geçiniyorsun ama
kibrin seni aptallaştırmış. Taşımacılık benim işim, senin değil! Anlaşmıştık.
Benim sınırıma girme dedim, dedim değil mi? Dedim. İş anlaşmasıydı Sado Bey!
Sen bunu tek taraflı fesh ettin! (Sado’ya
yaklaşır) Ne için? Ne için? (Es…) Belanı
aradığın belli, allahın manyak meczubu! Şu tipe bak, soytarı seni! Burayı şimdi
ateşe versem, bana hiçbir şey olmaz biliyorsun değil mi? Şükret ulan! Çocuğum
doğmak üzere, vebal almamak için sana son bir şans veriyorum. İki gün! İki gün
içinde burayı boşaltacaksın. Nereye hangi çöplüğe gidersin bilmem. (Sado’nun yüzüne eğilir.) İki gün
sonunda burayı bomboş görmezsem, yanarsın! Anladın değil mi? (Doğrulur, adamlarına başıyla işaret verir, Sado’yu bırakırlar.
Mağaradan çıkarlarken…)
Sado: Babana selam söyle. (Kadir, zınk diye yerinde durur, Sado’ya döner.)
Kadir: O işler geride kaldı, anlıyor musun? Aç gözlerini Sadooo! O devir
kapandı. Bitti! Babamdan uzak dur. Seni hatırlamıyor bile.
Sado: (Moral üstünlüğü aldığı için
keyifli.) Senin şu
halini görünce iyi ki hiçbir şeyi hatırlamıyor diyorum. (Adamlar Sado’ya vuracakken Kadir durdurur.)
Kadir: Alayı bırak! İki gün! (Sahneden çıkarlar.)
(Adamların gidişiyle gerilen ortam çözülür. Adamların arkasından
bakıp küfür edenler, el kol hareketi yapanlar… Savaş da arbededen nasibini
almış, burnu kanar. Delikanlının biri bidon getirip eğilir, Savaş yüzünü yıkar.
Kıpırtısız yerde oturan Sado’nun yanına gelir, nefes nefese çöker yanına.)
Sado: Bak doktor, yıldızlara döndük. (Savaş
da gökyüzüne bakar, gülmeye başlar. Sado da güler. Gülme krizine girerler.
Savaş Sado’nun palyaço şapkasına bakıp bakıp güler. Mağaradakiler de katılır,
kahkaha bulaşıcı bir hastalık gibi hepsine sirayet eder. Sonunda durulurlar. Savaş,
sırt çantasından gazlı bez, baticon vs çıkarıp bir kısmını mağaradakilere
uzatır. Bir kısmını alıp Sado’nun başındaki yaraları temizler. Sado epey hırpalanmıştır.)
Savaş: Son yıllarda hastalar tarafından öyle çok darp edildim ki, alışmışım
demek. Ömer’e vurmadılar neyse ki.
Sado: (Nefes nefese.) Diğerleri nasıl, ciddi bir şey var mı? (Sado öksürür.)
Savaş: Senden daha kötü durumda olan yok.
(Mültecilerden birkaçı Sado’nun yanına gelir. Sado –iyiyim iyiyim, gidin
dinlenin, der işaretle karışık. Birisi Sado’ya su getirir. Sado suyu yavaş
yavaş içer.)
Sado: Sefilliği görüyorsun değil mi doktor? Bu manyağın babası çok eski bir
arkadaşımdı. Öğretmen, idealist, emekçi bir adam. Bu it iyi eğitim alsın diye
borç harç bunu özel okullarda okuttu. Emekli ikramiyesiyle geldi Antalya’da bir
ev aldı, her şeyini kendi elleriyle yaptı. Şu eski taş evlere benzer, görsen
öyle ruhunu katarak yaptı adam orayı. Hanımıyla artık rahat edecekti hesapta.
Bak aklıma geldi, bu soysuz da yatılı okulda okudu ha yıllarca. Ana kucağından
uzak durunca her şey olur belki de insan.
(Savaş, pansumanı bitirir, Sado’nun yanına çöker.
Mağaradakiler de arkada eşyalarını toplamaya başlar. Nasıl olsa gidecekleri
için bu olay yine de onların moralini bozmaz, birkaçı enstrümanlarını alır,
akordu bozulmuş mu, alet hasar almış mı kontrol eder, ufaktan tıngırdatmaya
başlar.)
Savaş: Bu psikopata mı acıyacağız şimdi Sado, alemsin. Stockholm sendromuna mı
girdin dayağı yiyince, ne oldu? (Gülerler.)
Sado: Kurbanın celladına duyduğu hayranlık ha, doktor? Kim bilir... Ezgin
toplumun çocuğuyuz toplumdan da bizden de her bok beklenir! (Gülerler.) Övünürdü babası, oğlum
Kıbrıs’ta iş adamı oldu diye. Sonra bir haber, oğlan çamura batmış. Kumar borcu
yüzünden ana babanın evini ipotekle kaybetmiş. Düşünebiliyor musun? Adam
kahroldu, karısı hasta oldu bu hayırsızın yüzünden. Ne olduysa ondan sonra
oldu. Üç beş yıl içinde bu gene palazlandı, paralandı, belli gene uğursuz bir
iş yaptığı da insan kaçakçılığına kadar rezilleşeceğini düşünemedim. Hep
duyardım adını Kadir Kadir diye. Astığım astık kestiğim kestik pis bir tip.
Meğer Kadir dedikleri benim arkadaşın
oğluymuş işte. Geldi bir gün bana, buraya. O da beni duymuş tabii. Bu iştekiler
cin gibidir uçan kuştan haberli olurlar. Hem gariban der hem her birini 3-5 bin
avro olarak görür. Ne çelişki değil mi? Sonra Sado toplumdan neden kaçtı? Sado
insandan kaçmayıp ne yapsın? İnsan donuna girmiş kötü ruhlardan sıtkım sıyrıldı
be doktor!
Savaş: Al benden de o kadar! Ne yapacağız Sado? Ne yapabiliriz? (Mağaradakiler inceden bir müzik çalmaya
başlar.)
Sado: Yaşamak gerek. Yaşayacağız doktor. Uzun günler, sıkıntı dolu gecelerden
sonra, hayat denen kaotik muammada yaşam haritamızın yollarında sabırla
yürüyecek, başkaları için çalışıp didineceğiz. İşimiz bu. Yaşayacağız…
Savaş: Ne güzel söyledin. Sonra ne olacak peki?
Sado: Hiç. Sonsuzlukta hiç olacağız ve nihayet rahat bir uyku uyuyup dinleneceğiz.
(Ece, Umut, Taner girer.)
Ece: Aaa ne oldu size böyle?
Taner: Savaş abem, yav iyi misiniz?
Umut: Biz de kendimizi macera yaşadık sanıyoruz. Sado abi ne oldu? Polis mi
geldi?
Sado: Durun ya, ne polisi. Polis giremez buraya.
Savaş: Polis giremez ama mafya girer. (Gülerler.)
Sado: Kadir geldi.
Taner: Neee, yandık anam. Bittik biz. Bitti bu iş. Bozuldu.
Sado: Taner panikleme yahu! Bir dur. İyiyiz zeval yok.
Ece: Kadir kim abi?
Taner: İnsan kaçakçısı, mafya. Büyük mafya. Büyük bela. Eli kolu uzun.
Sado: Kadir işte, gözdağı verdi bir şey yok. İki gün mühlet dedi, bu mağarayı
boşaltacaksın.
Umut: Sen ne dedin abi?
Sado: Babana selam söyle dedim gönderdim.
Ece: Ne
alaka abi?
Taner: (Keyiflenir.) Vayy Sado’ya bak, artizdir haa,
vermiş ağzının payını yollamış gördünüz mü? Aslanım Sado! (Yerdeki palyaço tacını görür, alır eline.) Bu ne yav? (Savaş gülmeye başlar. Sado’nun kabaran
omuzları düşer.)
Sado: Uzun hikâye. Neyse, önemli olan şu: Plânımızda değişiklik yok. Bize iki
gün süre verdiğine göre bu sabahki gidişten haberdar değiller. Önemli olan
bunları sizin gemiye geçtikleri haberini almamız. Her şey hazır mı orada?
Umut: Hazır abi, bol bol paketli yiyecek, su koyduk yata. Can yeleklerini
kontrol ettik, her birine düdük, fener, termal örtü ayarladık.
Savaş: Epey masraf etmişsinizdir, söyleseydiniz keşke benim de katkım olurdu.
Bugün hastaneden ayrılırken bir sürü ilaç doldurdum çantama, onu da koyalım
yata.
Umut: İlaç iyi olur işte abi, veririz yanlarına. Geri kalan şeyleri hallettik,
hiçbir sorun yok. Güneş doğmak üzere, harekete geçelim mi?
Sado: Fecr-i kâzib belirdi demek… (Sendeleyerek
zorlukla ayağa kalkar, diğerleri ona yardım eder. Yürüyüşü ağırlaşmıştır.) Haydi
bakalım. (Mağaradakilere) Palamarları
çözün aslanlarım!
(Müzik başlar, gökyüzü lacivert, yıldızlar pırıl pırıl parlarken, mağaradakiler bohça, denkleriyle toplanır. Ece ve Umut, buldukları bir eski örtüye sprey boyayla bir şeyler yazar. Mağaranın kapısına gitmeden önce asarlar. Henüz ne yazdıklarını görmeyiz. Mağaranın döner sahnesi yavaş yavaş dönerken gökdoğanların ötüşü başlar. Döner sahne birkaç tur döner, bu, mağaradakilerin yata gitmek için falezler üstündeki yürüyüşüdür. Yol boyunca Taner palyaço şapkasının mağarada ne aradığını sorup durur, şapkayı başına geçirmiş. Sahne solunda yata gidiş iskelesi belirir. –Yata gelişi, finali reel çekim yapıp sahne gerisinde barkovizyonla kayıttan da verebiliriz.- Mülteciler birer ikişer yata biner. Hepsi Sado’nun elini öpmeye yeltenir, Sado engeller. Ani bir kararla en son Savaş da biner yata.)
Taner: Savaş abe!
Umut: Abi?
Savaş: Gidiyorum. Sen haklıydın Sado. İnsanın yuvası kendisiymiş.
Ece: (Mutluluktan havalara uçar.) Savaş abi, o kadar doğru bir karar
verdin ki. Arkadaşlar çok sevinecek, hiç yabancılık çekmeyeceksin gemide.
Savaş: Karar
değil, bilerek yapmıyorum. Burada yapamayacağımı biliyorum sadece. Burada
tıkandım. Hiç değilse gemidekilere bir faydam olsun.
Taner: Sadoo,
yav ne konuştun Savaş kekemle, bak adamın aklı karışmış. Abem gitmeee! Yenge ne
olacak, çocuklar?
Savaş: Yenge
falan değil artık Tanerciğim. Bitti o iş. Çocukların nasıl olsa her zaman
babasıyım. Ararım onları merak etme sen.
Umut: İnsanların ona ihtiyacı var Taner abi…
Savaş: Ahmet Kaya’nın o şarkısını benim için de dinleyin. Taner, üzülme. Arayacağım hepinizi.
Taner: Söz
mü abe?
Sado: Yolun açık olsun doktor.
Savaş: Sağol Sado. Sen ne yapacaksın?
Sado: Dükkânı kapattım. Bu adamlar artık rahat vermez. Başka bir mağara bulurum ben.
Ece: Biz de
varız artık, Sado abiyi yalnız bırakmayız.
Umut: Tabii, ekip
sağlam. Bizi merak etme Savaş abi.
Taner: Yolun
açık olsun güzel abem. Hızır yolunu açık etsin.
Savaş: Sağol Taner, Sado, Ece, Umut… Hepinize çok teşekkür ederim. Kendimi yok
etmeyi bile düşündüm şu son zamanlarda ama sizlerle tanışmak hayatımı değiştirdi.
Var olun. Birbirinize iyi bakın. İnsan kalabilmek için hâlâ zamanımız varmış,
palamarları bazen de koparmak gerek.
(Müzik başlar. Umut, yatın bağlı olduğu halatı miçoya atar.
Yat demir alırken iskelede Ece, Umut, Sado ve Taner gidenlere el sallar. Güneş
doğmaya yakınken yukarıda, mağaranın üstündeki örtü açılır, Ece ile Umut’un
yazdığı yazıyı okuruz: No Land. Sahne yavaşça kararır. Perde.)
5 Mayıs 2021
Yorumlar